Neden Böyle Olmasın Ki
Tarihe dair birçok tasnif söz konusudur. Bunlar arasında en yaygın olarak hepimizin bildiği tasnif ise insanoğlunun gelişim evrelerine göre devirlere taksim edilişidir. Bu taksim neticesinde ortaya çıkan devirler şu şekildedir; İlkçağ, Ortaçağ, YeniÇağ, Yakınçağ. Bu devirleri olarak ilkokul panomuzu süsleyen tarih şeridinden anımsayabilirsiniz. Bu küçük anıdan yolla çıkarak peki insanlık tarihinin tasnif ve taksimi yukarıda yer alan resimdeki gibi "Neden Olmasın Ki" diye düşündüm. Ve haklı gerekçelerimi sizinle paylaşmak istedim.
Malum insanlık bu dünyada var olduğu süreçten başlayarak suya yakın olmak ya da suya hâkim olmak arzusunda olmuştur. İlk insan yerleşkesi olan Anadolu topraklarında insanların iskân oldukları noktalar bu yüzden Kızılırmak, Yeşilırmak, Fırat ve Dicle havzaları olmuştur. Su insanlığın ilk ve ana içeceği olmuştur. Aynı zamanda su kenarında ilk insanlığın yaşadığı romantizmi hayal dahi edememekteyiz. Ancak bildiğimiz bir şey varsa bu ilk dönemin isminin "SU Çağı" olduğudur. Bu devrin sona ermesindeki en büyük etken ise su kenarına yerleşen insanlığın, doğada yetişen yabanı tohumlar ile tarım evresine geçişleri olmuştur. Bu sayede üretim toplumunun ilk örneklerinin görülmeye başladı. Bu devrin sonlarında tarımla birlikte insanlar ortak yaşam ve danışma kültürünü oluşturmaya başladılar. Ekilen buğday ve arpa gibi tahılları işlemeye başlayan insanoğlu aynı zamanda damak zevkinde hizmet edecek girişimlerde bulundular. Nitekim tarım evresindeki yaşanan bu gelişmeler neticesinde insanlık sudan sonra elde etmiş olduğu buğday ve arpadan yeni bir içecek yapmayı başardı. Bu yeni içeceğin adı "BOZA" idi. İsmin nasıl ortaya çıktığına dair çeşitli rivayetler mevcuttur. Ancak bunlar arasında en kabul göreni bir aşk hikayesidir. Nitekim bu hikayede, bahsi geçen devirde yaşayan Boa adlı dedesi ünlü bir mağara ressamı olan genç delikanlı ile Aza adlı kabilenin şefinin kız arasında yaşanan destansı bir aşktı. Boa bir gün Aza’yı görür ve dedesinin mağara resim koleksiyonunu göstermek için davet eder. Bu davete icabet eden Aza’yı mağaranın içerisinde Boa elindeki bir demet buğday ve arpa ile beklemekteymiş. Bu seremoni aylarca tekrarlanmış ama bir gün duvar resimlerindeki savaşçı ve müstehcenlikten etkilenen Boa kendini kaybederek Aza’ya sarkıntılık edince Aza elindeki buğday ve arpa demetinin Boa’nın başına çalarak mağarayı terk etmiş. Boa yaptığının farkına vardığında üzüntüden eline aldığı taşlarla buğday ve arpa demetlerinin üzerine vurduğu esnada yer salanmış gök gürlemiş ve buğday ile arpa dile gelerek konuşmaya başlamış. Buğday ve arpa, Boa’ya Aza ile kavuşabilmenin sırrı olarak bir içecek olacaklarını ama bunun karşılığında bu içeceğe kendilerinden başka hiçbir şeyin katılmamasını istemişler. Boa teklifi hemen kabul etmiş ve o anda buğday ve arpa, Aza gibi bembeyaz bir içecek haline dönüşmüş. Boa bu içeceği hemen Aza’ya sunmuş. Aza daha ilk yudumda bu benzersiz lezzet karşısında Boa'ya aşkını ilan etmiş. Boa ile Aza’nın aşkları destan olmuş, dilden dile yayılmış bu sihirli içecek bu iki aşığın ismiyle birlikte anılır olmuş "Boaaza" ama zaman içerisinde söylene söylene Boza’ya dönüşmüş. Su devrinin sonunda gerçekleşen bu olaydan sonra ki devir ise "BOZA Çağı" olarak adlandırılmıştır. Ancak insanlar buğday ve arpa dair verilen sözü unutmuş olacak ki bu devir sonrasında Boza’ya şerbeçi otunu ilave ederek aşkın sırrı yerine sarhoşluğun keyfine ulaşmışlar. Boza devri sonrası insanlık hızla gelişim göstermiştir. Tarım evresinden köy ve kentleşme dönemine geçilmiştir. Çok tanrılı inançların yerini tek tanrılı inançlar alırken dağınık insan yerleşimleri bir araya getirilerek büyük devletlerin kuruluşuna sebep olmuştur. Nitekim insanlar ise fazla üretimden elde ettikleri ürünlerle ticarete dâhil olmuşlardır. Ticaret sayesinde elde edilen zenginlik sayesinde bu dönemde birçok keşif gerçekleşmişti. Bu keşifler arasında en önemlisi ise yeni devrimize adını verecek olan ve bir Habeşli derviş tarafından keşfedilen kahvedir. Bu yeni içeceğin keşfediliş süreci en az bir dönemi etkilemesi kadar etkileyicidir. Habeşli Şeyh Şazeli adlı derviş tekkesinin çobanı idi. Her gece ibadetini gerçekleştirirken uyuya kalan Şazeli bu durumunda kurtulmak için durmadan yüce yaratana dua eder. Ancak her gece uyuya kaldığında rüyasında bir kırmız yemişleri olan mis kokulu bir ağacı görür. Zifiri karanlıkta dolunay ışığıyla aydınlanan bu ağacın yemişlerini yiyen keçiler aynı anda raks etmeye başlamışlar. Aylarca aynı rüyayı gören Şazeli bu durumu piri ile istişare etmiş. Piri Şazeli’ye rüyasında gördüğü ağacının kendisine bahşedeceği sırla bütün dertlerinden kurtulacağını söylemiş. Bunun üzerine Şazeli gece gündüz demeden bu ağacı aramaya başlamış. Nitekim yıllarca Habeşistan’ı dolaşmış bakmadık tek bir dağ, ova, yayla, bahçe bırakmamış. Bu yüzden umutsuzluğa düştüğü bir günün gecesinde Şazeli, gökyüzünü yararcasına yağan yağmurdan kaçarken bir ağacın altına sığınmış. Tüm ümitsizliği ve çaresizliği ile dua ettiği esnada bir yıldırım sığındığı ağacın üzerine düşmüş. Korkudan ne yapacağını bilemeyen Şazeli olduğu yerde dona kalmış. Ama biraz sonra yağmur dindiğinde dolunay geceyi gün gibi aydınlatmış. Şazelii yanan dallardan gelen nefis kokuyla kendinden geçmiş. Ne vakit sonra gözünü açtığında karşısındakinin rüyasında gördüğü ağacın olduğunu anlamış. Hemen dallarından topladığı yemişleri bir kapta suyla kaynatan Şazeli içtiği içecekle o gece uyumadan sabaha kadar ibadet edebilmiş. Şazeli topladığı yemişleri diğer dervişlere sunarak hakkın sırrını paylaşmış. Ama bu sır, râyiha ve lezzet bir esmer yemen dilberi misali var olduğu her yeri ihya etmiş. Sadece uykuya dalan gözleri değil duran kafaları da açmış. Kısa zamanda dünyaya hâkim olmuş kendinden öncekileri yok etmese de insanları kendine bağlamasını bilmiş. Bu yüzden bu dönem "KAHVE Çağı" olarak anılmıştır. Bu devir de yaşayan ahali ehli keyf diye tanımlanırken bu devirin diğerlerine nazaran biraz daha fazla sürmesinde kahve ve tütün arasında yapılan anlaşmadır. Ancak medeniyet kazanı hiçbir devirde sabit kalmamıştır. Bunun yegâne sebebi ise insanlığın aynı oranla geliş göstermemesidir. Nitekim Anadolu’da başlayan insanlık serüveni Yakın Asya’da devam etmiş, Afrika Kıtası'nda keşiflerle şahlanmış Uzak Asya’da yaşanan değişim ve gelişimle yeni bir çağ açılmıştır. Uzak Asya, hem ipek hem de baharat ticareti sayesinde asırlar boyunca cazibesini korumuştu. Ancak bu zenginlikten mutlu olmayan tek kişi İmparator Shen idi. Koskoca Çin memleketine hâkim olan imparator her şeye sahip olmasına rağmen kendini çok yalnız hissediyormuş. İmparatorun bu mutsuzluğu çevresindekileri dahi mutsuz ederken ülkenin dört bir tarafından İmparatoru eğlendirmek için insanlar getirilmiş. Ancak nice hokkabazlar, cambazlar, soytarılar, afetler, mucitler hiçbiri İmparatoru mutlu edememişler. Bütün çabalara rağmen mutsuzluğuna çare bulunamayan Shen bir gün tebdil-i kıyafet Çin köylerini gezerken bir efsane işitmiş. Bu efsaneye göre pirinç tarlasında çalışan bir adam kan içer mutlu olurmuş bu mutluluğu dileyen herkes ile paylaşırmış. İmparator kan içerek nasıl mutlu olunacağına dair merakından dolayı bu adamı buldurup huzuruna kabul etmiş. Adam korkudan bi çare İmparator sormuş –sen kan içer mutlu olurmuşsun bu nasıl iştir- adamcağız titrek sesle –İmparator hazretleri kan içerek değil çay içerek mutlu olurum- demiş. İmparator daha önce duymadığı bu şeyi merak edince adam bir fincan sıcak su istemiş ve yanında getirdiği çay filizlerini fincana bırakmış. Birkaç dakika sonrası fincan kan rengini alınca İmparator tedirgin olmuş. Adam imparatoru yatıştırmak için – korkmayın efendim bu yalnızlığın ilacıdır içiniz- demiş. İmparator birkaç yudum aldıktan sonra yüzünde hafif bir gülümseme belirmiş. Bu küçük tebessüm dahi herkesi heyecanlandırmaya yetmiş. İmparator yalnızlığa iyi gelen çayın ülkenin her tarafında yetiştirilmesini emretmiş. Hatta rivayet edilir ki Çin setinin üzerine büyük harfler “Çaydır bize yalnızlığımızı unutturan, Boş kalmasın fincan, Yeter ki tavşankanı olsun, Bize yeter bu heyecan” diye yazdırmış. Çay üretimi zamanla yenidünyanın şeklini değiştirmiş. Yeni düzenin yalnız insanları yanlarına aldıkları bu içecekle dünyadan azad ve abad olmak istemişler. Çay için şiirler şarkılar yazmışlar. Bu yeni dönemin tarihçileri ise çayı İmparator Shen’nin tesadüf üzere bulduğunu kaydetmişler. Ancak yıllar sonra ortaya çıkan Çince bir kaynakla bu buluşun bir köylüye ait olduğu ispatlanmıştır. Tüm spekülasyonlara rağmen kahve devrine son ermesi neticesinde yeni devir "ÇAY Çağı" olmuştur. Ancak bu devir çokta uzun sürmedi çünkü Avrupa ve Amerika’da yaşanan önemli gelişmeler kısa zamanda dünyaya hâkim oldu. Kapital düzenin dayatmış olduğu yaşam tarzı hızlı tüketim üzerineydi. İnsanlar bu süreçte mesafeleri kısaltmış, insanlarla iletişimi kolaylaştırmışlardı. Bilgiye ulaşmak zahmetsiz hale gelirken yaşamanın tek gayesi tüketmek üzerine kurulmuştu. Ancak bu düzende ki tek etken faktör yetişmeyen zaman konusuydu. İnsanlar yaşanan gelişmelere ayak uydurmak isteseler de bunu bir türlü başaramıyorlardı. Hızla akıp giden zamandan şikâyetler her geçen gün artarken, veba, kuduz, sıtma ve vereme çare bulabildi ama tükenmişlik sendromunun tedavisi için çalışmalar devam etmekte. Bu devrin en büyük özelliği devletlerin, insanların, düşüncelerin, geleneklerin ve yeniliklerin çok kısa zamanda tüketilerek anlamsız hale getirilişidir. Bilgi ve teknoloji üzerine inşa edilen bu devirde hızlı akan zamandan dolayı yeni icat edilen kâğıt bardaklarda ne olduğu belli olmayan içecekler insanlar tarafından kısa zamanda beğenildi. Hiçbir geçmişe kökene ve rivayete sahip olmayan bu içecekler son devirde insanoğlunu temsil eder hale geldi. Bu dönem MODREN KAĞITAN BARDAK Çağı olarak anıldı. Nitekim insanlar ve fikirleri, dünyayı algılama ve inançları kağıtlar kadar değer görmez hale gelecekti… (R.K)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder