15 Ağustos 2015 Cumartesi

SİZİNKİLER VE BİZİMKİLER



SİZİNKİLER VE BİZİMKİLER


Bu yaz üniversitedeki üstün başarısızlığımı babamın öğrenmesinin ardından verdiği ilk tepkisi oldukça netti;
-  Bu adam olmaz söyleyin ona gözüme gözükmesin Bodrum'a Faruk Ethem'in yanına gönderin.
 Evet Bodrum, güneş, kumsal, deniz ve partiler mükemmel görünebilir ama bunların hepsinin önünde dağ gibi duran deli mi yoksa dahi mi olduğunun çözemediğim Faruk Ethem amcam… En son Faruk Ethem amcamı yaklaşık beş yıl önce eşini kaybettiğinde görmüştüm. Gülay yengemin tabutuna sarılarak;
 - Şimdi ben ne yapacağım baharım! Kime kızıp, kime küseceğim, hani önce ben gidecektim. Ben daha seni sevmeye doyamamışken bırakıp gittin beni deyişini asla unutamadım. Amcam Gülay yengeme hep baharım diye seslenirdi. Hatta amcamlar bize geldiği zamanlarda sırf yengeme yapmış olduğu bu iltifatlardan dolayı annem babamın günlerini cehenneme çevirirdi. Hatırlarım bir defasında annem babamı köşeye sıkıştırmış;
- Şu Gülay'dan ne eksiğim var benim Emin bey. Keşke biraz kardeşine çekseydin dediğini. Bu sözlerin sonrası babamın şekilden şekle giren yüzü annemin uzaklaşmasıyla, amcama edilen sayısız küfre yerini bırakırdı. Sadece iltifat konusunda değil, babam ile amcam bir çok konuda farklı görüp, düşünüp, hissederlerdi. Uzun uzun yapılan ülkenin siyasi meselelerine dair tartışmalar da babam her zaman ülkenin büyük güçlerce yönetildiğini öne sürerdi. Sonra birazda kızarak;
- Ah bu Amerika, İsrail ve Rusya'nın üzerimizde oynadığı oyunlar olamayacak bak biz nasıl büyür, güçleniriz. Bu fitne odakları olmayacak kim durabilir Türkiye'nin önünde derdi.
Amcam bu sözleri dinleye dinleye ezberlemiş olsa gerek ki daha -Amerika- sözcüğünü duyar duyamaz yüzünde hınzırca bir gülümseme beliriverdi. Babam sözünü bitirmesine yakın amcam;
-Yapma be abi, başımıza gelen her şeyin  nedenini  dışarıda arama hastalığında kurtulalım artık lütfen. Hem bu memleket kendine inansa ve dürüst olmayı başarsa ne Amerika ne İsrail'i tanır. Ama günü kurtarmaya çalışan siyasetçiler, koltuk sevdalısı idareciler, iş bilmez yada işten iş çıkaran bürokrasi, varken Amerika ile İsrail'e gerek yok bu için memlekette dedi. Zaten bu konuşma sonrası seslerin tonları artı, tartışma o kadar hararetlendi ki sırf bu yüzden amcam ile babam yengemin vefatına kadar küs kaldılar. Zaten benim de Bodrum'a gönderilmemin asıl nedeni amcamın nasıl olduğunu babama rapor etmem ve bu sürçte de amcamın nasihatleri eşliğinde kaldığım beş dersin kritiğini yapmamdı. Ertesi gün elime tutuşturulan bilette Cuma 21:00 İstanbul-Bodrum seferi koltuk no:10 yazıyordu. Hazırlanan valiz, annemin öğütleri, babamın verdiği zoraki harçlık ve otobüs camından yapılan elveda seremonisi… Yaklaşık 10 saatlik yolculuk  sonra Bodrum da sabahı uykudan az önce uyanmış muavinin yaptığı - sayın yolcularımız firmamızı tercih ettiğiniz için teşekkür ederiz - anonsla karşıladım. Gözlerimi açtığımda otobüsümüz otogara giriş yapmış perona doğru giderken amcamı gördüm. Sanki biraz daha yaşlanmıştı. Otobüsten iner inmez sıkı sıkıya kucaklarken beni;
- Hoş geldin hayta şu valizlerini alalım. Güzel bir kahvaltı bizi bekler. Acele etsek iyi olur dedi.
Bense bu sıcak karşılamadan gayet memnun bir şekilde ;
- Valla bende kurt gibi acım be amca dedim.
Ama amcam bu sözümün ardından yaşadığım saadettin kısa olacağını belirten şu cümleyi kurdu;
- Eee artık kahvaltı da anlatırsın beş dersten nasıl çaktığının değil mi hayta dedi…!
Anlaşılan sebebi ziyaretim daha ben gelmeden bütün detaylarıyla amcama bildirilmişti. Bu yüzden yapacak bir şey yoktu. Benim başım önümde, amcamın ise yüzünde o hınzırca gülüş ve valizin çıkardığı takırtıyla yolumuza devam ettik. Kahvaltı için amcamın arkadaşının dükkanına vardığımızda mekanın terasına kurulmuş muazzam bir masa bizi karşıladı. Kahvaltı da amcama üniversitede yaşadığım sıkıntıları tek tek anlatım bir hariç tabii o nasıl anlatılır ki yada benden başka kim anlayabilir ki…? 
Kahvaltı sonrası amcam sade kahvesinin gelmesiyle cebinden çıkardığı sigara ve çakmağını masaya koydu. Önce kahvenin yanında gelen suyu içtikten sonra sigarasından bana uzatarak;
- Al bakalım hayta, üniversite de bu kadar dersten kalmış bu kadar da uyum sorunu yaşamışsan sigara denen ehli keyifle de tanışmışsındır yak bakalım dedi. 
Şaşkın ve tedirgin bir ifadeyle
- Ben kullanmıyorum amca, benim böyle kötü alışkanlıkların yok dedim. Ancak sabah kahvaltısı sonrası uzatılan sigaraya yok demek tarifi olmayan bir azap amcamın beni denemediğine inansam alıp yakıverip bir nefes bir nefes daha sonra patlasın afyonum…
- Hmm şimdi ben kötü bir şey mi yapıyorum. Sende baban gibi Yeşilaycı mısın  yoksa ? Etme yeğenim daha akşama rakı sofrası kuracağız. Bak şuraya 10 günlüğüne gelmişsin İstanbul arkada kaldı burada gecen 10 günde burada kalacak o yüzden rahat ol dedi. Sonra kahkahayı basarak sigarayı tekrar uzattı ve devam etti konuşmaya; 
- Zaten beş dersten kalmışsın sana bu saatten sonra karada ölüm yok yeğenim, yak işte şu sigarayı, gözlerin kan çanağına dönmüş nikotinsizlikten dedi. Ancak amcamın bütün ısrarına  rağmen karşısında o sigarayı içemedim. Çünkü bunu diyen amcam yıllardır sigarasını babamdan gizli saklı içmişti. Kahvaltıdan kalktıktan sonra uzun ve dar bir patika yoldan önünde meyve ağaçları, kapının girişine kadar olan yolun sağında ve solunda renk renk çiçekler olan iki katlı evine gelmiştik. Amcam yazın buralar çok debdebeli, cümbüşlü oluyor bu yüzden ben Bodrum'un kışını seviyorum biz bize kalıyoruz dedi. Onu dinlerken gözlerim yol yorgunlundan yavaş yavaş kapanı vermiş…
 "Sıranın en önündeki ceylan gözlü güzel, bak yine yakalandım sana. Aşk böyle bir şey olsa gerek saatlerce o bir çift göze bakabilmek için çaba harcayıp sonra o ahu gözler gözlerime değince utancından başını önüne eğmek… Ama bu sefer olmaz, bu sefer kaçmak yok gözlerinden yudum yudum içip sarhoş bir mecnun misali seviyorum seni, seviyorum seni…"
- Erkan evladım kalksana! Kime diyoruz yaa daha alışverişe gideceğiz hayta akşam oldu uykunun zamanı mı uyan Erkan uyan …!
Yirmi bir senelik rüya hayatımın en romantik, en cesaretli anı bu sesle birden gerçek aleme dönerek son bulmuştu. Amcam işte o da nereden bilebilir ki benim rüya mı? hem bilse belki rahatsız etmezdi. Ben ne diyorum ya iyice saçmalamaya başladım. Kafamın içinde dolaşan aptalca soruları biraz erteledikten sonra amcamın ısrarı neticesi alışverişin yolunu tuttuk ama ben hala gördüğüm rüyanın etkisinde bir aşık, amcam ise; limonun iyisi bu manavda, ettin iyisi bu kasapta, şu bakkal biraz dalaverecidir ama bana yanlış yapamaz, işte rakıya da buradan bakalım dedi. Ben rakı kelimesini duyar duymaz verdiğim ilk tepki kocaman bir "NEEE" oldu. Bu nida sonrası amcam;
-  Hayırdır yeğenim bir sıkıntı mı var dedi ? 
Bense şaşkın bir şekilde;
-Ne bileyim amca sen kahvaltı da akşam rakı masası kuracağız deyince şaka yapıyorsun diye düşünmüştüm dedim.
- Aslında ilk başta bende öyle düşünüyordum yeğenim ama sonra sen uyurken sayıklamam bizi buralara kadar getirdi dedi.
Uyurken mi, sayıklamak mı yoksa amcam her şeyi öğrendi mi? şimdi ne yapacağım inkar etmem gerek, yok amca öyle bir şey deyip bu işten yırtmalı… Ama amcam Dış İşleri Bakanlığından emekli mülkiye mezunu eski bir kurt hiç yutar mı?
- Şeyy şeyy amca ne sayıklaması ben sayıklamam ki ?
-  Meryem, Meryem diyen ben miydim hayta. Zaten beş dersten kalma hikayende büyük bir eksik vardı o da şimdi tamamlandı. Neymiş üniversiteye alışamamış, arkadaşı yokmuş, ahali hep politikmiş, bende kendi kendime soruyordum esas kız nerede diye işte o da sahneye çıktı. Gülümseyerek, Şimdi her şey tamam dedi.
- Meryem arkadaşım sadece amca hani yanlış olmasın! demeye kalmadı ki susturdu beni;
- Tamam arkadaşın yeğenim tamam… Şimdi sokak ortasında arkadaşınla ilgili sohbet etmeyelim istersen, şuradan rakımızı alalım birazda meze masamıza oturur uzun uzun konuşuruz arkadaşın hakkında dedi. Dükkana girmesiyle çıkması bir oldu. Biraz sinirli bir tavırla "hadi gidelim" deyince bu sinirli halinin sebebi ben miyim acaba diye düşünmeye başladığım anda amcam başladı küfretmeye;
- Bunların ben ta … Tekel rakısı yok mu diyorum "abime viski vereyim, abime şarap vereyim abime votka vereyim" lan biz o kadar kalantor adamıyız ki rakıdan başka bir şey içeceğiz! Onu vereyim bu vereyim diyene kadar kısa yoldan, abi ben şerefsizim Türk içkisi satmıyorum desene ama olmaz ila beni şerefsiz olduğuna ikna edeceksin. Hele geçenlerde bir dükkan da şunu gazeteye sarar mısın dedim. Çocuk aval aval yüzüme bakıp -Babalık burası Bodrum burada kimse kimsenin içtiğine karışmaz, ne diye gazeteye sarayım bunu demesin mi! Topladım veledin yakasını, bir ben "babalık" değilim kırarım senin o çeneni, iki senin yaşın kadar benim içkiyle mesaim var. Senden mi öğreneceğim rakının nasıl taşınacağını. Üç kimseden bir şey sakladığımız yok bir adap usul vardı sizin gibi yavşaklar bundan bihaberse ben ne yapayım dedim. Amcamın anlattıkları beni bir an şok etti. Babamın söyledikleri boşuna değilmiş demek ki; benim kardeşim yarım akıllı bir adamdır, pek sağı solu belli olmaz. Ondaki inat kimse de yoktur dağın başındaki keçiyi ikna edersin, bizim Faruk Ethem Nuh der Peygamber demez. Hele o deli damarı biri yanlışlıkla yada bilerek bir basarsa vay haline derdi. Rakı krizi fazla süremedi. Amcam girdiği diğer dükkan da tamda istediği şekilde gazeteye sarılmış rakısını aldı ve çıktı. Amcam şimdi sıra mezelerde hadi bakalım demesiyle biraz tenha da kalmış ara sokakların birindeki dükkana girer girmez dükkan sahibi;
- Ooo kimler gelmiş Faruk abim, nasılsın abim? ne arzu edersin mezelerin her biri ağzına layık buyur abicim dedi.
- Tamam İhsan neredeyse devlet protokolü uygulayacaksın bize şurada alacağımız yüzer gram meze dedi amcam ama gülerek devam etti; gerçi senin bu karşılaman normal senin şu dükkana benden başka gelen enayi var mıdır? tabii ki de yoktur değil mi İhsan?
  - Yapma be abi bilirsin bizim kimlere hizmet verdiğimizi, ağzının tadını bilen ağabeylerimiz bizim mekanımızı şereflendirir yoksa şimdi ki yeni nesil ne bulsa mideye indiriyor bakmıyor hiç bunun sarımsağı bunun baharatı eksikmiş. Hatırlarım bazı müşteriler rahmetli babama hesap sormaya gelirlerdi - Remzi usta bugün kafan dalgındı herhalde haydarının zeytinyağı az olmuş ne iş bu!- dediklerinde garip babam kem küm ederdi. Diyemezdi ki; ulan siz önce veresiyenizi verin zeytinyağı tabii az olur alacak para mı var bende. Rahmet olsun iyi adamdı vesselam. Bu köhne dükkanı bir de bu mesleği bize emanet edip göçüp gitti dedi demesine ama amcamın sinirli bakışları onu kendine getirme yetti.
- İhsan gözünü seveyim yüzer gram ezme salata, patlıcan közleme, kavurma, birazda şu yaprak sarmasından ver bakıyım. Haydari kalsın onu ben yaparım.
- Ya Faruk abi iyisin hoşsun ama korkarım bu inadın yüzünden benim şu güzelim haydariyi tatmadan öte ki tarafa göçeceksin, gel bu da benden olsun be abim bu seferlik dene olmaz mı?
- Olmaz İhsan ben yaparım, uzatma işte ver şuradan istediğim mezeleri de gidelim dedi amcam. Ama mezeci İhsan'ın pes etmeye hiç niyetti yok gibiydi yüzündeki gülümsemeyi biraz daha artırarak devam etti;
- Abim neyini eksik yapıyoruz senin yaptığın haydariden, bir sırrın varda bize mi söylemiyorsun dedi?
- He var İhsan söyleyeyim mi sana kağıt kalem al eline, bak bu sırrı kimseye vermem normalde yaz bakalım HIYAR!
- Hıyar mı abi…
- Evet İhsan hıyar! Bu memlekette senin gibi hıyar çok ama bak bir cacık olmuyor asabımı bozup beni deli deli konuşturmadan ver şu paketleri gidelim. Amcamın bu sözleri sonrası mezeci İhsan'ın suratında beliren ifade, bana mutluluğun tablosunu çizsene Abidin sorusunun cevabi niteliğindeydi. Mezeleri de aldıktan sonra evin patika yolları bizi bekliyordu. Amcam biraz söylenerek;
- Belediyeye kaç kere söyledim şurayı ışıklandırın diye ama nerede o hizmet anlayışı aman yeğenim bastığın yere dikkat et düşersin falan bunlar içmeden sarhoş olmuş dedirtme bize telkinleriyle sonunda eve gelmiştik. Amcam hemen mutfağa girdi. İlk olarak o meşhur haydariyi yaptıktan sonra aldığı diğer mezelerle mükellef  bir sofra kurdu. Büfeden çıkardığı dört tane rakı kadehini de masaya koyduktan sonra;
- Hadi bakalım hayta soframız hazır otur bakalım dedi.
Yol boyunca yaptığı konuşmalarla beni ikna eden amcam rakı mevzusunun sigara gibi olmaması için oldukça çaba göstermiş bende bu konu da onu fazlaca zorlamamıştım. Amcam kadehlerimize rakı doldururken benimkine su ekleyerek, böylesinin benim için daha makbul olacağını söyledi. Sonra Gür ve heyecanlı bir sesle;
- Hadi bakalım sağlığına hayta! Gidenlere, kalanlara ve dostlara içelim bu gece dedi. 
Ben ilk defa rakı içtiğim için ağzımın yüzümün buruştuğunu görünce amcam - alışırsın, alışırsın hele şu mezelerden bir iki atıştır dedikten sonra ayağa kalktı. Tam arkasındaki komodinin en üsteki çekmecesini açtı. Plak arasında ellini dolaştırırken, buldum işte seni dedi. Çıkardığı plağın üzerinde sarışın bir hatun resmi vardı. Resmin altında ise büyük harflerle ESENGÜL yazıyordu. Amcam plağı özenle gramofona yerleştirdi. İğnesini plağın üzerine indirdikten sonra kısa bir hışırtı ardından "Neden saçların beyazladı arkadaş sana benim gibi çektiren mi var" şarkısı çalmaya başladı. Amcam bir an  ah Şeymus Diyarbakırlı Şehmus dedi. Bense anlam veremediğim bu nidayı amcama sorma için hazırlanırken amcam bir kez daha bu sefer gülümseyerek Diyarbakırlı kominal Şehmus dedi… bense bir cesaret soru verdim;
- Amca sen  Müzeyyen Senar dinlerdin eskiden hatta sevmezdin böyle müzikleri, hem Şeymus kim amca dedim ?
- Doğrudur yeğenim ben Müzeyyen Senar'ı severim hatta bende bütün plakları da vardır. Ama yeğenim ben Müzeyyen Senar'ı baharımla dinlemeyi severdim. Şimdi o yok neyleyim Müzeyyen Senar'ı onun ahu gözlerine bakıp dinleyemedikten sonra dedi.
Oda da birden soğuk ve hüzünlü bir hava esivermişti. Bir an üzüldüm amcamın o halini görünce sonra kendi kendime çok sevmek acaba iyi bir şey değil mi diye düşünürken amcam bu düşünceli halimi görmüş olacak ki konuyu hemen değiştirmek için;
- Şu fotoğrafı görüyor musun yeğenim, Şeymus yanımdaki pos bıyıklı işte dedi.
Siyah beyaz fotoğrafı bana uzattı, amcamın ne göbeğinden ne de kelinden eser yoktu. O zamanlar tam bir filinta. Şeymus arkadaşı olsa gerek amcamdan biraz daha uzunca ve yapılı, saçları hafifçe uzun pos bıyıklarından dudakları dahi görünmüyor. Her ikisinin gömlek yakaları ve pantolon paçaları çok komik geldi bana ama ihtimal ki o zamanın modası. Fotoğrafın çekildiği yer sanırsam bir park ama tam emin değilim. Neyse ki amcam bu meraklarımı giderecek bütün bilgileri fotoğrafın arkasına zamanında yazmış. "Ankara Fuarı 5 Nisan 1978"
- Amca sıkı arkadaşmışsınız belli şu fotoğraftan dedim. Amcam önce gülerek onaylar gibi başını salladı sonra rakısından bir yudum alarak;
- Öyleydik inanır mısın ? senin deyiminle o kadar sıkı arkadaştık ki neredeyse birbirimizi yemek  üzereydik dedi…
- Nasıl yani amca anlayamadım dediğim de amcam bitten rakısını tekrar doldurmakla meşgul idi. Raksını doldurduktan sonra sigarasını yakarak anlatmaya başladı.
- Bizim zamanımızda üniversiteler bu kadar rahat değildi. Şimdi sen diyorsun ya amca herkes politik en fazla ne yapıyorsunuz? Üniversitenin yaptırdığı kamelya da oturup saatlerce gündelik siyaset konuşuyorsunuz değil mi? Ötesi yok, boykot yok, işgal yok, yürüyüş eylem yok, vurulan arkadaşın yok, okumak zorunda olduğun kitaplar yok ve değiştireceğine olan inancın yok değil mi yeğenim? Diyarbakırlı Şehmus ben Ankara Mülkiye'de ikinci sınıfken o da birinci sınıf idi. Elinde Karl Marx kitapları kafada komünist düşünceler Diyarbakırlı esnaf bir babanın en küçük oğluydu. Bense Eskişehir'den gelmiş rençper Halit ağanın ikinci oğlu Faruk Ethem. Bakma babama ağa denildiğine yeğenim toprak zengini olduğundan değil gönül zengini bir adamdı rahmet olsun. Bir tek anneme ağa idi geri kalan herkese maraba. Bizi o şartlarda okuttu üniversiteye gönderdi. Ankara'ya geldiğim de ise bu komünistlere karşı Milliyetçi Türkiye'yi savundum. Sloganımız, Ne A.B.D ne Rusya ne de Çin her şey Türklük İçin-di… Herkesin kendince fikir mücadelesi verdiği yıllardı. Ama istesek de istemesek de bir yerde de şiddettin kol gezdiği günlerdi. Yine böyle bir zamanda altı arkadaş okuldan çıktık evlerimize gideceğiz. Bu Şehmus çıkıverdi karşımıza bizimkilere gün doğmuş gibi oldu. Çünkü iki hafta önce bir arkadaşımızı tek yakalamış, çocuğu tekme tokat dövüp hastanelik etmişlerdi.Tam bizimkiler fırsat ayağımıza geldi intikam zamanı derken bunları durdurdum. O vakitler sözüm dinlenirdi yeğenim. Arkadaşlara; - Bunlar yapmış bir adilik bize bir adama saldırmak yakışmaz dedim. Bu sözümden sonra bizimkilerde sus pus oldular. Bu Şehmus'a dönerek hadi sende yoluna devam et bir daha da çıkma karşımıza dedim. Ama yeğenim Şehmus'un bir gidişi vardı ki resmen topukları kıçına değiyordu. Gerçi onun yerinde bende olsam bende öyle giderdim ya vesselam…
- Eee amca biraz saçma değil mi bu halleriniz bak konuşunca anlaşıyor musunuz niye o zaman bu kadar kavga ettiniz neden bunca genç insan öldü? Valla ne yalan söyleyeyim biz arkadaşlarla oturup sağcısı, solcusu, inananı, inanmayanı konuşarak her şeyi çözebiliyoruz ve sizin kuşağı bir türlü anlayamıyoruz. Hatta geçen bir arkadaşım o zamanlar da galiba onlara heyecan lazımmış bu yüzden bu kadar birbirlerini yemişler dedim demeye ama amcam birden köpürüverdi. Galiba babamın bahsettiği amcamın deli damarına basmıştım bir kere ;
- O arkadaşın halt etmiş, eşek sıpasına bak hele biz eğlence arıyormuşuz! Heyecan peşindeymişiz! yok oturup konuşsaymışız olmaz mıymış? Bizler bir şeyleri değiştireceğimize inandık yeğenim ve hala inanıyoruz sizin gibi tıfıllar bizi akılsızlıkla suçluyorsunuz? Sende üniversitede karı kız peşinde koşana kadar benim gibi bir kavgaya girip kafana Das- Kapitali yeseydin anlardın beni. Hem kavga etmek hatta dayak yemek her zamanda kötü değildir ben yengenle nasıl tanıştım zannediyorsun dedi.
- Nasıl yani amca Gülay yengemle sen kavgada mı tanıştın? bu soruyu sorunca amcamın biraz olsun siniri yatışır gibi oldu. Biran durdu iki üç dakika sessiz kaldı o zaman sürecinde gözünün önüne ne geldi ya da neyi gördüyse onun tebessümü yüzünü kaplayıverdi.
- Yok be hayta o kadar da değil kavga o işin bahanesi oldu. Bir gün yemekhane de iki grup karşı karşıya geldik. Sağcısı da Solcusu da beliydi neyse kavga çıkıverdi. Sandalyeler masalar havalarda uçuşuyor. Düşün masaların altından adam çıkıyor tabii onlara adam denirse şimdi memleketi idare ediyorum diye kasım kasım kasılanlar o dönemde masa altına gizlenip bu olaydan nasıl yırtarım derdindeydiler. Her neyse çıkan arbede de benim kafa yarılmış ama farkına varana aşk olsun. Ancak sıcak kan boynumdan aşağı inince fark ettim sonra bizim çocuklar gördüler bir telaş kendimi o kavganın ortasından çıkıp hastahane de buldum. Bir yandan bizim çocuklara çıkışıyorum niye beni çıkardınız kavgadan sanki kaçmış gibi oldum diye ama bir taraftan da başımın ağrısından duramıyorum. İşte tam o esnada beyazlar içerisinde orta boylu kara gözlü bir ahu dilber  yaklaştı;
- Beyefendiyi içeriye alalım önce tabip bey tetkik etsin gerekirse dikiş atılır dedi.  Neyse doktor geldi yaraya bir güzel baktı yeğenim üstüne birde üşenmedi bana iyi bir fırça attı; rahat durmazsanız sonunuz böyle olur, koca memleketti paylaşamıyorsunuz yazık size diye. Tabii bir şey diyemedim. Sonra doktor;
- Gülay hanım dikiş atalım yaraya hadi geçmiş olsun dedi. Kafaya dikişi attık ama o vakitten sonra gönlümüzün söküğü ortaya çıkıverdi. Yengenle böyle tanıştık sonra mektuplar, buluşmalar en sonunda evlendik işte…
- Vay be amca hikayeye bir bak ben bunu hiç bilmiyordum.
- Bilmezsin tabii hayta, baban anlatmaz böyle şeyleri malum anneni neredeyse zorla verdiler benim romantik hikayem inceden babanın sinirlerini bozar dedi bol kahkaha eşliğinde sonra;
- Sen anlat bakalım bu Meryem kimdir ?
- Amca o mevzu biraz karışık aslında Meryem bizim sınıfın en güzel kızı bende ondan hoşlanıyorum ama bir türlü söyleyemiyorum işte… Galiba bizim nesil sizin kadar cesaretli değil be amca dedim ama kafamdaki soru Şeymus'a dairdi eğer amcam o dönem milliyetçi Şehmus da Komünist ise bu iki kutup bir resimde nasıl buluşmuş olabilirdi ki ?  
- Olur yeğenim ama yüreğinden geçenleri geç olmadan söyle bak sonra başkası gelir alır kızı gözün göre göre haberin olsun dedi demesine ama nasihatten ziyade Şehmus ile Faruk Ethem'i yan yana getiren şeyi daha çok merak etmiştim en sonunda sormaya karar verip;
- Amca şu komünist dediğin Şeymus ile senin nasıl oluyor da böyle canciğer arkadaşmış gibi bir fotoğrafınız olabiliyor merak ettim doğrusu? Amcam soruyu duyar duymaz bir kahkaha daha bastı. Kadehinde kalan son yudum rakısını içtikten sonra yeniden bir kadeh doldururken anlatmaya başladı;
- Vay hayta vay biz buna Meryem diyoruz bu bize Şehmus ile münasebetimizi soruyor. Hani en başta anlatım ya bizim Şehmus'u dayaktan kurtardığımı bir gün Şehmus'dan gizli bir pusula geldi bana " bu gece evine farklı bir yoldan git bizimkiler sana pusu kurdu" yazıyordu. O akşam dediğini yapıp farklı bir yoldan evime gittim. İşte o farklı yol aramızdaki bütün farklılıkları ortadan kaldırdı. Bir zaman sonra bende ona bir pusula gönderdim; "bizimkiler sana pusu kurdu diyorsan artık onlar sizinkiler olmuyor Şehmus bense bu durumu bizimkilere asla açıklayamam o yüzden sizinkilerin ve bizimkilerin olmadığı Ankara Fuarı'nda bu ayın 5'i gecesi görüşmek üzere hoşça kal. Tanrı Türk'ü ve seni korusun" diye yazdım. 
5 Nisan 1978'de Ankara Fuarı'nda buluştuk. Önce tokalaştık yarı resmi bir ciddiyetle bir mekana oturduk. Sonra konuştukça açıldık o ailesini sevdiği kızı anlatı ben aile mi ahu gözlü hemşireyi işte o vakit ikimizde birbirimizi tanıyarak davalarımıza ihanet etmiştik. Adın niye Şeymus dedim; Allah dostu olan Sultan Şeymus'dan geldiğini söyledi. Güldüm, Şehmus  ise sinirli bir ses tonuyla niye gülüyorsun diye çıkıştı bana; - Adın Allah dostu adı olacak sende gelip Ankara'da Allah'ı inkar edenlerle bir safta olacaksın ona güldüm be Şehmus dedim. Bunun üzerine Şehmus'da Faruk'u anladıkta Ethem nedir lo yoksa Çerkezlik mi var sizde diye sordu; -Yoktur aslımızda Çerkezlik ama Rus zulmünden kaçan yurtlarından sürgün edilen çok Çerkez komşumuz olmuştur dedim. Bunlardan Timaf amca ki biz ona Timur amca diyorduk çünkü adını bir türlü doğru telaffuz edemezdik. Timaf, aydınlığımız, uğurumuz demekmiş ama pek aydınlık günler geçirmemiş Timaf amca. Annem bana hamileyken bizim mahalleye taşınmışlar epeyce ihtiyarmış evlatları bakıyormuş, babamla kısa zamanda ahbap olmuşlar. Babama yaşadıklarını anlatmış, Ruslar tarafından yurtlarından edildikleri esnasında Ethem diye beş yaşlarında bir evladı varmış. Ancak gemiyle Türkiye'ye gelirken  kıtlık yüzünden yolda Ethem hayatını kaybetmiş, babam bu anlatılanlardan o kadar etkilemiş ki ben doğunca adımı Faruk Ethem koymuş. Timaf amca bunu duyunca iki gün boyunca ağlamış hatta adıma kurban bile kesmiş benim hikayem de bu dedim. O da bana güldü ne oluyor dedim; - Adında iki halkı birden taşıyorsun ama bir türlü halkların kardeşliğine inanmıyorsun dedi. Güldük gülüştük o fotoğrafı çektirdik sonra zaman öyle bir geçti ki üzerimizden, koca bir ihtilal ile… Hapisler, işkenceler, idamlar, sonra yaşamamıza kaldığımız yerden devam etmemiz istendi. Ben memur oldum Şehmus ise kominal yaşamın hikaye olduğunu görüp Diyarbakır'a bir mandıra kurdu. Yıllar sonra Ankara'da buluştuk tam Şehmus'u tek yakaladığımız sokakta Şehmus;
- Atacağın aha tam şurada bir yumruktu patlatsaydın ya suratımın tam ortasına be adam dedi ve devam etti; Niye düşüncelerime balyozlar indirdin. Şimdi ne sizinkiler var ne de bizimkiler kaldık mı yine baş başa dedi. Sıkı sıkıya kucaklaşırken bende ona;
- Hatırlıyorsun değil mi Ankara Fuarı'nda çalan parçayı "Neden saçların beyazlamış arkadaş sana da benim gibi çektiren mi var" hem aşık hem inanmış çocuklardık ondan beyazlamıştı saçlarımız Kominal Şeymus dedim. Bir dönem böyle kapandı yeğenim yani biz hep birbirimizi yemedik eğlence heyecanda aramadık inandık sadece inandık dedi amcam sonra Esengül eşliğinde bir duble bir duble daha sevgiliyi özleyerek dostları yad ederek… (R.K 20.01.2014)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder