13 Ağustos 2015 Perşembe


   Büyük Nuh Tufanından yüzyıl kadar sonra suların yavaş yavaş çekilmesiyle Di-get ve Bam-yakala dağları arasında küçük bir köy olan Yenicenezan kurulmuştu. Bu köyü kuranlar büyük Nuh tufanı anlatısıyla büyüyen insanlardı. Nitekim bundan dolayı başlarına bir daha böylesine devasa bir olay gelmemesi için köyü kurduklarında adil olacaklarına dair yeminler etmişler. Bu yeminlerine uzun bir süre riayet eden köylüler ektikleri ekinleri paylaşmış, evlerini beraber inşa etmiş, birbirlerine asla yalan söylememişlerdi ama kendilerinden sonra gelen evlatları edilen yemini biraz değiştirdiler. Torunları da, değişen yeni düzen içerisinde büyüdüler. Onlarda babalarının yemini değiştirmişler. Her değişen sözün ardından hayatlar değişmeye başladı. Eşit paylaşmak ortadan kalkmış, kimi az kimi daha fazla mahsul almaya başlamış. Evler, tarlaların ve hayatların sınırları belirgin bir şekilde çizilmiş. Ve günlerden bir gün bütün bir ovayı suladıkları derelerinin kuruduğunu görmüşler. Kısa zamanda tarlalarındaki tüm ekinleri kuruyan köylüler suyun tekrar gelmesi için tanrıya dua etmişler, adaklar adamışlar ama nafile! Ne dereye bir damla su gelmiş ne de tarlarında bir tohum yeşermiş. Bu durumu kendine dert edinen Dum köyden ayrılarak Bam-yakala dağının ardındaki suyun kaynağına gitmeye karar vermiş. Eğer kaynağa ulaşabilirse köyüne suyu tekrar getirebileceğini düşünmüş. Köy ahalisi Dum’un bu cesaretini takdir ederek onuna dağın yamaçlarına kadar eşlik etmişler. Lakin işler Dum’un umduğu kadar kolay olmamış. Yaklaşık altı sene Dum’dan hiç kimse tek bir haber dahi alamamış. Ahali bırakın suyun gelmesini Dum’un tekrar geri dönmesinden dahi umudunu kesmiş. Ama bir sabah Dum Bam-yakala dağlarının eteklerinde görülmüş. Herkes Dum’a altı yıl boyunca nerede olduğunu sormuş. Dum, altı yıl boyunca Bam-yakala dağının zirvesindeki bir mağarada yaşayan Kores’e adlı devasa bir kuşun hizmetinde olduğunu söyleyince ahali epeyce şaşırmış. Nasıl olurda bir insan bir kuşa hizmet eder ki diye düşünürken… Dum, Kores’e adlı bu kuşun kanadının tekinin bile yüz adam boyu olduğunu, insan gibi konuşabildiğini hatta fikirlerinin insandan çok öte sanki tanrı tarafından ona bahşedilmiş olduğunu ahaliye söyleyince herkesin şaşkınlığı iki kat daha artmış. Dum’un Kores hakkında söylediklerinin cazibesi bir anda herkesin, Dum’un ağzından çıkacak her sözün dinlenmesine yol açmıştı. Bunu fark eden Dum eğer ki Kores’in söylediklerine ahalinin koşulsuz şartsız itaat etmesi durumunda derenin suyla taşacağını, ekinlerin tarlara sığmayacağını, herkesin eskisinden daha iyi yaşayabileceğini söylediğinde bu durumu ilk kabul eden Dab olmuştu. Dab’ın bu konuda ikna olması köy ahalisini oldukça şaşırtmıştı. Çünkü Dab var olan her şeyi kendince yorumlar kendi doğruları dışındaki her şeyinde yine kendinin ortaya koyduğu doğrular sayesinde şekillendiğini savunurdu. Dum’un sözlerinin ardından Dab ahaliye dönerek; Yıllar önce bir meczup kişi elindeki kara kaplı kitabı bana vererek bunları oku dedi. Hayatın sırlarını tek tek o kitaptan öğrendim ben. İşte bu yüzden Dum’un söylediği her şeye sonu kadar inanıyorum çünkü o kara kaplı kitapta Dum’un anlatığı kuştan bahsediliyordu. Bu kuş bizim kurtuluşumuz olacak dedi. Bu sözlerden sonra Yenicenezan köyü ahalisinin iyiden iyiye akılları karışmıştı. Ama söylenenler ya doğruysa diye kimse fikir beyan etmek istemiyordu. Çünkü herkes köyün biran önce suya kavuşmasını dört gözle beklemekteydi. Ahali arasında bu kafa karışıklığını en çok yaşayan ise oturduğu yerde sürekli kendi kendine önce; Yoktur böyle bir şey inanmayın deyip sonra Dum’u ve Dab’ı dinledikçe; Bu gerçeği inkâr edemeyiz diyen Dula’dan başkası değildi. Dula zaten oldu olası böyleydi. Bir anı bir anını tutmazdı. Doğruları yanlış, yanlışları doğru olabilirdi. Dumbur ise anlatılanlara ilk başta hiç mi hiç kulak asmadı. Ne de olsa onun ilgilendiği tek konu gecen sene testilere koyduğu şaraplarıydı. Hayatı boyunca hiçbir konuda fikir beyan ettiğini gören olmamıştı. Dumbur bu yüzden ahali tarafından pek dikkate alınan biri değildi. Dub ise kuşun varlığını koşulsuz şartız kabul etmiş hatta Dum’dan bir adım daha öteye giderek kuşa ikramda bulunmak gerektiğini söylemişti. Hatta Dub anlata anlata bitiremediği iki tekerlekli at arabasını atıyla birlikte Kores’e sunacağını söyledi. Kim ne söylerse söylesin her zaman ki gibi Leyli sessizliğini muhafaza etmekteydi. Konuşulanlara sadece gözleri ve zaman zaman yüzünde beliren gülümsemesiyle eşlik eden Leyli pek ikna olmamış gibiydi. Leyli’nin meseleye dair tek bir söz etmemiş olması Dum’un canı sıkmış olsa da söylediklerinin inandırıcı olması için ellindeki son kozunu da şu şekilde dile getirmişti; Bakın ahali biliyorum bazılarınız Kores’in varlığını sorguluyorsunuz ama ben altı yıl boyunca onunla birlikteydim. Onun en yakın hizmetkârıydım. Eğer içinizde hala bir şüphe varsa Kores ilk dolunayda köyümüze gelecek ama o gün hiç kimse evden çıkmayacak herkes pençelerinden ona bakacak eğer ki içinizden birisi bu söylediğimi dikkate almaz ve dışarı çıkarsa Kores’in gazabına uğrar dedi. Dab’a bu sözlerin ardından Dum’a dönerek;
- Benim okuduğum kara kitapta bu gibi durumlarda helanın penceresinden bakmak gerektiği yazıyor dedi. Bu anlamsız çıkış herkesin kafasında “neden helanın penceresi” sorusunu doğurdu. Dumbur bir an şaraplarını düşünmeyi bir kenara bırakarak Dab’a;
- Neden helanın penceresinden bakacakmışız ki diye sorunca Dab’ın yüzünde güler açtı. Çünkü kendini farklılığını göstermenin sorusu gelmişti. Biraz durduktan sonra;
- Neden olacak benim okuduğum kara kitaba göre Kores’i gördüğünüzde nasıl olsa altınıza sıçacaksınız bari helada olursanız bu durum çokta sıkıntı olmaz dedi. Bu söz herkesi güldürdü. Ama sadece güldürdü. Kimseyi düşündürmedi. Herkes evlerine dağıldı ama Dum bir kenarda ısrarla gençlere altı yıl boyunca Kores ile yaşadığı tüm hikâyesini anlatmaya koyuldu. Gençler çoğu zaman zevkle onun anlattıklarını dinledi. İçlerinde onun gibi olmak isteyenler oldu. Ta ki ilk dolunaya kadar…

    İlk dolunay zamanı Dum bütün ahaliyi sıkı sıkı tembihledi evlerinden çıkmamaları konusunda. Ay Dı-get dağının ardından yavaş yavaş yükselirken Dab hela penceresinde yerini almıştı. Dumbur ise yeni açtığı şarabıyla pencere önüne geçmiş bekleme halindeydi. Dula evin içinde önce “yok yok gelmeyecek” sonra ise “tabi ki de gelecek” diyerek bir sağa bir sola gidiyordu. Dub, Dumbur’un kardeşi Dala’ya at arabasıyla neden buğday taşıyıp arpa taşımadığını anlatırken dolunay Dı-get dağının zirvesine ulaşmıştı. Tam bu esnada Dı-get dağı yönünde köye doğru yaklaşan bir karaltı seçilir gibi oldu. Biraz sonra dolunayın ışığı Kores’in heybetli gövdesinin gölgesi Bam-yakala dağının yamaçlarına yansıyordu. Bütün ahali gölgesine baktıkları Kores’in heybetine hayran kalmışlardı. Artık Dum’un anlatıklarında hiç şüphe yoktu. Çünkü tıpkı söylediği gibi Kores’in tek kanadı bile yüz adam boyundaydı. Birkaç dakika köyün üzerinde kanat çırpan Kores daha sonra geldiği gibi bir karaltı ile gözden kayboluverdi. Ertesi gün ahali bir araya gelerek Dum’un anlattıklarını daha dikkatli dinlemeye başladılar. Çünkü Dum onlara Kores’in kurtuluş vadettiğini söylemişti bir kere. Ama artık Kores’e inanan tek kişi Dum değildi. Dab bu olayın sabahı ellinde yeni bir kara kaplı kitabı göstererek dün gece Kores’in bu kitabı ona bıraktığını ve bundan sonra tek doğrunun bu kitaptaki sözler olduğunu söyledi. Daha Dab sözünü bitirmemişti ki Dumbur dün akşam fazlaca içtiği şaraplardan olsa gerek kızaran gözlerle ahaliye dönerek; Dün gece Kores’i ben rüyamda gördüm. Beni kurtuluşa giden yola hizmet etmem için çağırdı. Bundan sonra Kores ne derse bende onu yapacağım. İlk olarak da mahzenindeki  şaraplarını ona sunacağını söyledi. Dula ise önce “gördüm gerçekten gördüm” deyip “yok yok görmedim galiba” demesi herkesi güldürdü. Leyli yaşanılanlara karşı yine sessizliğini muhafaza etti. Sadece kim konuşursa konuşsun gülümsemeyi ihmal etmedi... 
Günler günleri kovaladı. Aylar ayları. Kores’e olan inanç her gecen gün daha fazla artı. Ama ne köylerine su gelmişti. Nede topraklardan ekinler yükselmişti. Her dolunay zamanı Kores köye geliyor ahali ona ikramlar sunmaktan asla geri durmamışlar. Bir zaman sonra Kores’e neden bağlandıklarını bile unuturcasına ona itaat etmeye başladılar. O ne ister ise ya da başkası ne ister ise Koressiz düşünülemez hale gelmiş. Yapılan her işin meşru olabilmesi için sonu Kores’e dayanmaktaymış . Kores’in bu efsanesi sadece Yenicenezan köyü sınırlarında kalmadı. Bir gün uzak diyarlardan bir yabancı Yenicenezan köyüne gelerek Kores’i öldürmek istediğini söyledi. Dum bu yabancının Bam-yakala dağını dahi çıkamayacağını söyledi. Dab ise Kores’in kendisine verdiği kitapta bunun yazdığını Kores’in bu yabancıyı öldürdüğü gün köylerine su geleceğini söyledi. Dula sadece “bu çocuk yabancı yok yok yabancı değil” demekle yetindi. Dub eğer anlaşırlarsa dağın eteklerine kadar öve öve bitiremediği at arabasıyla gidebileceklerini söyledi. Leyli sadece güldü…
Yabancı bir sabah Bam-yakala dağını tırmanmaya başladı. Günler sonra zirveye ulaştığında kendisini bir mağara karşıladı. Mağaradan içeri giren yabancı biraz ilerledikten sonra meyveler, şaraplar, ekmekler, kumaşlar ve daha birçok şeyle dolu bir bölüme gördü. Umursamadan devam etti. Biraz daha yürüdükten sonra devasa bir kuş gövdesiyle bir anda karşı karşıya kalıverdi. Yabancı hemen kılıcını çekti ama durumda bir tuhaflık vardı. O kadar gürültüye rağmen kuş hareketsiz şekilde olduğu yerde duruyordu. Yabancı son bir nida ile “sonun geldi Kores” dedi ve kılıcını Kores’e sapladı. Ama hiç bir şey olmadığını gördü. Ne bir ses ne kan ne de başka bir şey… Biraz sonra kuşun önüne geldiğinde her şey daha anlamlı hale geldi. Kores aslında çok iyi tertip edilmiş devasa bir mekanizmadan başka bir şey değildi. Yabancı mağaranın bir köşesine saklanarak bu mekanizmayı kullanan kişinin gelmesini bekledi. Biraz sonra mağaranın içinden ıslık sesleri yükselmeye başladı. Yabancı kılıcının kabzasını sıkı sıkıya kavradı. Biraz sonra içeriye ufak tefek tıknazca bir adam giriverdi. Yabancı olduğu yerden bir anda çıkıverdi. Çıkar çıkmaz kılıç bu tıknaz adamın boğazına dayadı. Adamın her şeyi baştan sona anlatması fazla sürmedi. Yıllar önce ahali birleşerek Nalac adındaki bu adamı Yenicenezan köyünden kovmuşlar.  Nalac’da kendisine Bam-yakala dağındaki bu mağarayı ev etmiş. Köy ahalisine çok kızgın olan Nalac dağı gezerken köye giden derenin kaynağını keşfetmiş. Birkaç gün uğraştıktan sonra kaynağı başka yöne çevirmeyi başarmış. Nalac’ın tek hayali kendisinin önemsenmesiymiş bunun içinde kendince planı devasa bir kuş mekaniği yaparak Bam-yakala dağından uçarak köyün ortasına konabilmekmiş. Ama her şey Dum’un habersiz ziyaretiyle alt üst olmuş. Dum’u altı yıl kadar yanında tutmayı başarmış. Dum Nalac’a ya da Kores’e o kadar inanmıştı ki en son ahaliye gördüklerini anlatması için ondan izin istemiş. Nalac beklediğim fırsat buydu dedi. Ona ilk dolunayda da köylerini ziyaret edeceğimi söyleyerek gitmesini söyledim dedi. Nalac’a neden dolunay diye sorduğumda gülerek kuşun gövdesini gösterdi. Dolunayda gölgesinin daha büyük göründüğünü söyledi. Bunun üzerine yabancı bütün bu durumu ahaliye anlatması için Bam-yakala dağından yanında Nalac ile birlikte döndü. Bütün Yenicenezan köyü ahalisini topladıktan sonra Nalac’a yaptıklarını tek tek anlatı. Ama gel gör ki Dum “olmaz öyle şey sen Kores olmazsın” dedi. Dab ise “bana kitabı veren sen değildin asla olmaz böyle bir şey” dedi. Dumbur “ahlaksız adam resmen bizle dalga geçiyor. Şarabı içip içip bizim kurtuluş yolumuzu küçümsüyor. Ben rüyamda gördüm Kores’i” dedi. Dula “ Kores Nalac ise Nalac Kores ise yok yok olmaz ama ya olursa olabilir de” dedi. Dub “benim at arabamı sunduğum sen olmazsın” dedi. Nalac bütün olan bitene anlam veremedi ne kitabı ne rüyası ne olmazı ne arabası dediğinde Leyli bu durum karşısında yıllar sonra sessizliğini bozarak; "Korkma bir şey olduğu yok sadece senin ortaya çıkardığın düşünce seni reddediyor Nalac'a" dedi ve gülümsedi… (R.K)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder