EN ÖNDE GİDEN BEYAZ GÖMLEKLİ YİĞİT
Tan atımında yola koyuldular. Kırk çerisi ile Kür Şad. Gün doğumundan, gün batımına atlarını durmaksızın koşturdular. Bozkırın sessizliğini doru atların yıldırım misali toprağa vurduğu toynakları bozarken bir Budun’un kaderi, kırk yiğidin ve Kür Şad’ın cesaretinde saklıydı. Bir Budun ile bir millet uyanacaktı. Doğu Göktürk Devleti’nin yıkılışından 639 senesine kadar Kutlu Turan kavmi nice büyük acılar yaşamıştı. Gördükleri zulmün son bulması için Kür Şad etrafında birleşen kırk yiğit Çin İmparatoru Li Şih-min kaçırarak Ötüken’e götürmeye yemin etmişlerdi. Bu uğraş için yayından çıkmış ok misali atlarını Chiu-ch'eng Sarayına sürerken Yüzbaşı Yamtar en önde giden Kür Şad’ın yanına yaklaşarak en arkadan gelen genç onbaşıları gösterdi. Biraz dinlemenin faydalarına olacağını Kür Şad'a söylediğinde Yamtar’ın bu teklifine Binbaşı Böğü Alp ve Yüzbaşı Yağmur’da katıldı. Hem bu sayede yapacakları saldırı planını da tekrar gözden geçirme fırsatı bulacaklardı. Ayrıca Binbaşı Böğü eğer acele edecek olurlarsa gece olmadan sarayın yakınlarına ulaşabileceklerini ve fark edilip yaptıkları planın başarısız olabileceği ihtimalini tekrarladı. Kür Şad söylenenleri dinledi. Bir süre daha yol aldıktan sonra bir dağın yamacında kırk yiğit ile Kür Şad bir ateş etrafında birleşti. Sadaklardaki oklar kontrol edilirken yaylar gerildi. Pusatlar bileme taşlarına çalınırken Kür Şad ve Binbaşı Böğü yapılacak saldırıyı son kez gözden geçirdi. Yedi genç onbaşının, (Sungur, Göktaş, Barmaklak, Kara Budak, Kızıl Buka Çıgan Börü ve Tanrıverdi) arasında ateşte pişirilen bir parça et pay edilirken günlerdir gözüne uyku girmeyen Kür Şad bir kayanın üzerinde gözlerini son uykusuna çoktan kapamıştı bile. Güneş tepenin ardından yavaş yavaş batarken gökyüzünde yıldızlar tek tük olsa da yeryüzünü selamlamaya başlamıştı ki Kür Şad bir anda gözlerini açıverdi. Olduğu yerde ayağa kalktı. Gözlerinde anlamsız bir telaş vardı. Sanki bir şeyleri arıyormuş gibi sağına soluna baktıktan sonra gözleri bozkırın uçsuz bucaksız ve ıssızlığına öylece bakakaldı. Kür Şad’ın bu garip halini gören çerileri bu halinin sebebini merak ettiler. Yamtar, ateşin yanından kalkarak ağır adımlarla Kür Şad’ın karşısına durdu ve onu selamladıktan sonra uyandığındaki garip halin sebebini kedisine sordu. Kür Şad şaşkınlığını gizlemeyerek;
- "Yamtar, kutlu atalarım Teoman, Oğuz Kaan, İstemi ve Bumin Kaan üzerine ant içerim ki gördüğüm sadece bir hayal değildi" dedi. Bu sözün ardına Yamtar’ın merakı daha çok kabarmıştı. Biraz sonra daha sakin şekilde gördüğü rüyayı anlatmaya başladı Kür Şad;
- İki yanına dokuz tuğ dikilmiş bir yoldan yürüdüm. Tam yolun sonuna geldiğimde bir bozkurt göründü bana. Benden, onu takip etmemi istedi. Kendimi bir anda Ötüken’in bozkırlarından çok uzaklarda, uçsuz bucaksız bir denizin kıyısında buldum. Bir tarafı deniz bir tarafı toprak olan bu yere geldiğimizde bozkurt bir anda kayboldu. Biraz ileride tam karşımda beyaz gömleği ile bir yiğit göründü. Uzun boylu bu yiğit erin, kolları pek bir kuvvetliydi. Yüzü gökteki şu ay kadar parlaktı. Başında börkü ayağında çarığı yoktu. Sakaları hafif uzunca, gözleri badem misaliydi. "Adı bahşet yiğidim" dediğimde yüzünde zafer kazanmış komutan edasında bir gülümseme belirdi. "Adım, Fırat dedi Fırat Yılmaz…" Sarıldık birbirimize ne olduysa o anda oldu. Başımı kaldırdığımda kırk beyaz gömlekli yiğidi göründü. Yiğitlerin beyaz gömlekleri kana bulandı. En önde beyaz gömleği ile Fırat, her biri sağ ellerini havaya kaldırıp bozkurt ile beni selamladılar. Sonra uçsuz bucaksız deniz onların kanıyla ala boyandı. Gök karardı. Kutlu ay ve yıldız gökten kopup denizin üstüne düştü. Yiğitler uzaklaşmaya başladıklarında onlara seslendim; Sizler kimsiniz; "Hep bir ağızdan, Kür Şad atamızın davasını yerde koymayanlarız" dediler. Yamtar duydukları karşısında öylece kalmıştı. Sadece, bu Gök Tengri’nin bize kutlu bir işaretidir Şad’ım demekle yetindi. Kür Şad gördüğü rüyanın etkisinde kurtulamamıştı ki kırk çerisinin karşına durup;
- "Ey yiğitlerim bu gece bir kutlu rüya gördüm. Ben Çuluk Kaan oğlu Kür Şad, Gök Tengri şahit olsun ki zırhımı giymeyeceğim, kalkanımı almayacağım bir beyaz gömlek yeter bana. Ve gök girsin kızıl çıksın bu uğraş için baş vermem gerekirse vereceğim. Ama üste gök çökmedikçe alta yağız yer delinmedikçe bizim ilimizi ve töremizi kimse bozamayacak" dedi. Bu kutlu sözler kırk yiğidin kalbini rahatlatırken cesaretlerini pekiştirdi. Ateşi söndürüp yola koyulduklarında atlarını sert esen rüzgâra karşı sürdüler. Chiu-ch'eng Sarayına yaklaştıklarında yağmur giderek şiddetini artırmıştı. Vakitsiz gelen bu yağmur bütün planları alt üst etmişti. Onbaşılar sadaklarından çıkardıkları oklarla Doğu kapısındaki nöbetçileri bir bir vururken Kür Şad ve diğer yiğitler çoktan giriş kapısını aşmışlardı. Kırk yiğidin pusatlarının sesi gök gürültüsüne karışırken Çinliler daha ne olduğunu bile anlayamamışlardı. Kür Şad beyaz gömleği ile en önde vuruşurken Yamtar ve Böğü hemen onun yanında saf tutmuşlardı. Biraz sonra sarayın içerisine giren Kür Şad ve kırk yiğidi, akın akın gelen Çinlilere karşı daha fazla dayanamadılar. Vuruşarak geri çekildiler. Lakin Wei suyunu geçemediler. Kür Şad nice Çinliyi tepelediyse de en sonunda baş edemeyip uçmağa vardı. Ama davası ebed müddet yaşadı. Çin Sarayında zulme karşı duran yiğit, Eğe Kampüste olan yiğitti… Ve onlar hep önde yürüyen beyaz gömleklilerdi…
(Şehit Fırat Yılmaz Çakıroğlu kardeşimin aziz hatırası içindir bu satırlar sürç-i lisan ettiysem affola. Ayrıca hikâyedeki isimler H. Nihal Atsız’ın Bozkurtların Ölümü eserinden alınmıştır.) (R.K)
(Şehit Fırat Yılmaz Çakıroğlu kardeşimin aziz hatırası içindir bu satırlar sürç-i lisan ettiysem affola. Ayrıca hikâyedeki isimler H. Nihal Atsız’ın Bozkurtların Ölümü eserinden alınmıştır.) (R.K)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder