16 Ağustos 2015 Pazar

YENİÇERİ KAHVEHANESİNDE, KEDİ İKEN OLDUK ARSLAN





YENİÇERİ KAHVEHANESİNDE, KEDİ İKEN OLDUK ARSLAN 

        Yaklaşık üç hafta önce Eminönü sahilinde deniz üzerine çakılan yirmi beş kazık üstüne bir paşa kasrını andıran şu iki katlı kahvehane ne kadar kısa zamanda inşa edilmişti. Nitekim üç usta ve yirmi beş yamak gece gündüz demeden verdikleri emeğin karşılığı ise yeniçeri ağasının kendilerine -pek güzel olmuş bre ellinize sağlık- demesinden başka bir şey olmamıştı. Zavallı ustalar işi bitirmiş olsalar da yevmiyelerini istemek onlar için na-mümkündü. Çünkü karşılarında duran sonuç itibariyle sırandan bir yeniçeri ağası değildi. Kız Mustafa adlı yeniçeri ağasının zorbalıkları tüm Kapalı Çarşı esnafı tarafında bilinir ve bu ismi işitenler o anda korku ile nefret arası bir duygu karmaşası yaşarlardı. Arnavut asılı olan Mustafa Ağa sesinin inceliğinden  dolayı diğer yeniçerilerce Kız Mustafa diye anılır olmuştu. İlk zamanlar kendisine verilen bu namın zikredilmesine pek ses çıkarmamış olsa da bu namı kendisine verenleri asla unutmamıştı. Mustafa Ağa zamanla ocak içinde yükselmiş ve nihayet dokuzuncu ortaya ağa olarak tayin edilmişti. Bu durum bir zaman onunla alay edenlerin hiç mi hiç hoşuna gitmese de ağalığına biat etmek zorunda kalmışlardı. Lakin Mustafa Ağa kendisine biat etmiş olsalar da Kız namını yakıştıranları yıllarca unutmadığını bu patavatsız taifeye göstermekten geri durmamış. Bir gece yedi yeniçeri askeri sıra kalem basmış. Kimseler bu yedi kişiden o geceden sonra bir daha haber alamamışlar. Sanki yer yarılmış da yedisi birden yerin dibine girmişler. Ancak rivayet edilir ki bu yedi kişi Mustafa Ağaya Kız lakabını layık gören zevatmış. Bir gece Mustafa Ağa bu yedi kişiyi odalarından aldırarak üstlerindeki kıyafetleri çıkarıp kadın fistanları giydirmiş. Bunları köçek gibi oynatıp rezil ettikten sonra küçük bir tekneyle yedi sefer yaparak her birinin ayağına kendi elleriyle taşları bağlayıp Marmara'nın serin sularına yolladığı söylenir olmuş. Ama bu anlatılanlar söylentiden öteye de gitmemiş. Lakin asıl olan Mustafa Ağa'nın Kapalı Çarşı esnafının tümünü haraca bağlamış olmasıydı. Bu zorbanın son günlerdeki tek uğraşı ise şu kahvehane olmuştu. Çağırdığı üç ustaya sadece şunu dediği söylenir;
– İstanbul’un en muazzam kahvehanesini isterim sizden. Tabii bu durum bir tek ustalar için geçerli olmamış. Kara kaplı deftere semtin zenginleri, Kapalı Çarşı esnafından kimselerin isimleri özenle yazılı vermiş. Her ismin karşısına ise kahvehanenin ihtiyaçları tek tek not edilerek Kız Mustafa'nın itliği ile nam salmış olan bela mı bela adamı Sarhoş İbrahim Çavuşa teslim edilmiş. İbrahim Çavuş koltuğunun altına aldığı defterde yazan isimleri tek tek ziyaret ederek; Ağa'nın selamı var kahvehane için hediyeni bekler dermiş. Herkes isminin karşında yazan bakır işlemeli cezve takımlarını, porselenden fincanları, yasemin ve erik ağacında yapılan duhan çubuklarının, en kıymetli lüleleri, İran ve Anadolu işi kilim, hali ve hasırları, sedirlerde duracak postları, ahaliye sunulacak kahve ile lokumları aynı gün içerisinde kahvehaneye getirip, Mustafa Ağaya hayırlı olsun demişler... Getirilen eşyalar tek tek yerlerine yerleştirilirken kahvehanenin ortasında bulunan fıskiyenin etrafı ile pencerelere ise fesleğen çiçekleri asılmış. Mustafa Ağa'nın büyük hürmet duyduğu Bektaşi şeyhi İlyas Baba için sofanın en güzel köşesi tahsis edilmişti. Kahvehanenin son halini gören Mustafa Ağa garip bir gurura kapılmıştı. Adamları hep bir ağızdan -pek güzel oldu ağam, bize yakışır bir yer oldu- demeleri bu anlamsız gururun daha da kamçılamasına neden olmuş. Öyle ki Mustafa Ağa o anda içinden '' Ey padişah senin sarayın, köşkün varsa benim de kahvehanem var'' diye söylenmiş. Ama bu duygusu fazlaca sürmedi. İbrahim Çavuş orta nişanın hazır olduğunu Mustafa Ağa'nın müsaadesi olursa nişan alayı merasimine başlayacaklarını söyledi. Mustafa Ağa uygundur gibisinden başını öne doğru eğdi. Adamlarının yanında pek konuşmaktan haz etmezdi. Derdini de, emrini de her vakit böyle el yahut baş hareketleriyle anlatırdı. Adamaları da bu sessizliğine alışmışlardı. Sadece önemli durumlarda yanından hizmetlisinin kulağına söyleyeceğini söylerdi. Hizmetlisi ise bir cazgır edasında işitiğini ilan ederdi... Güneş tam tepeye ulaştığında Ağa Kapısında nişan alayı için herkes hazırlanıvermişti. Şimşir ağacından yapılan orta nişanının (ok ve yay) etrafı gümüş bir çerçeve ile çevrilmişti. Güneş nişana vurdukça gümüş parlıyor herkes coşkuyla sağa sola nidalar savuruyordu. Nihayet ellindeki teberi ile Bektaşi şeyhi İlyas Baba'nın gelmesiyle onun önderliğinde merasim başlanmıştı. Karakullukçu Emin Ağa nişanı başının üstünde tutarak İlyas Baba'nın hemen arkasında yürürken alay çavuşları da ellerindeki kırbaç ve sopalarla ahaliyi dağıtıyorlardı. Bu esnada alay çavuşları durman bıkmadan;
- Savrulun bre savrulun… Nişan geliyor! Diye avazları çıktıkça bağırıyorlardı. 
Alaya dokuzuncu ortanın mensuplarının yanı sıra Cezayir işi esvaplarıyla baldırı çıplak taifesi, külhaniler, soytarı ve cambazlar dahi katılmış idi. Ağa Kapısından Eminönü sahilindeki kahvehaneye kadar kırbaç sesleri, nidalar, kahkahalar, söz ve sazların eşliğinde nişan getirilmişti.  Ancak kahvehane önünde Mustafa Ağa alayı karşıladığında ahali derin bir sukuta gark oldu. Şeyh İlyas Baba’nın elini öptükten sonra ilk olarak ocak mensupları tarafından gür sesle gülbank çekildi. Yer gök yiğitlerin sesiyle; Allah Allah Celilül Cebbar, Muinüs-Settar, Halikul leyli ven Nehar, Layezal, Zül Celal, birdir Allah! Anın birliğine, Resul-ü Enbiya Peygamberimiz Cenab-ı Ahmed-i Mahmud-u Muhammed Mustafa Ali evladı Resul-i Mücteba imdadı ruhaniyetine! Bilcümle âlemi İslamin sıhhat-ü selametine! Devletimizin bekaı temadisine! Ordularımızın devamı muzafferiyetine! Üçler, yediler, kırklar, göçenler, demine devrânına "Hu" diyelim 
Huuu….
Huuu….! Diye inledikten sonra İlyas Baba’nın ettiği dua ile birlikte orta nişanı kahvehanenin girişine saldı. İlyas Baba kahvehane kapısına geldiğinde bir an durdu. Önce kapının sağını ardından solunu öptükten sonra eşiğe eğilerek bir busede eşiğe bıraktı. Yavaşça doğrulduktan sonra ise “Ya Muhammed, Ya Ali, Hünkar Hacı Bektaşi Veli, Hu hu hu…” diyerek içeriye ilk adımını atıverdi. Yavaş adımlarla sofada kendine ayrılmış köşede postunun üzerine oturduğunda İlyas Baba, duvarda asılı olan hatlara bakarak mekandan pek bir memnun olduğunu ifade etti. Mustafa Ağa hemen İlyas Baba’nın ardından içeri girerek kendi için ayarlanmış yere geçti.  Burada tek tek misafirlerini karşılamaya başladı. Bir vakit sonra diğer yeniçeri ağaları ellerindeki kafeslerle kahvehaneden içeri girmeleriyle sessiz olan ortam birden kanaryaların sesleriyle inlemeye başladı. Her yeniçeri ağası uğruna inanılan kanaryaları bir bir Mustafa Ağa takdim ettiler. Bu durumdan pek memnun kalan Mustafa Ağa misafirlerine kahveler, çubuklar ikram etmekten geri durmadı. Çubuklardan çekilen tütün ve kahveden önce atılan afyonla ahaliden bazıları hoş olduğu esnada kahvehaneden içeriye kedisiyle birlikte küçük bir veled giriverdi. İlk başta Mustafa Ağa afyon çekmekten bi-hal olmuş İbrahim Çavuş’un gözlerine öyle bir bakış attı ki sanki bu veledin ne işi var burada der gibiydi. Ama bu sefer İbrahim Çavuş Mustafa Ağa’nın ne bakışından ne de baş işaretlerinden anlayacak durumdaydı ki küçük çocuk;
- Kimdir bu kahvenin sahibi diye öyle bir bağırdı ki herkes olduğu yerde öylece kalıverdi.
Birkaç adım daha atıp tam fıskiyenin önüne geldiğinde sorusunu tekrarladı;
- Kim diyorum bu kahvenin sahibi… Biraz sonra İbrahim Çavuş’un gözleri bu seslerle fal taşı gibi açılmış bir vaziyete çocuğa dönerek;
- Ne istersin bre veled-i zina senin ne işin vardır burada tutun şunun kolundan atın dışarı dedi. Bu sözler çocuğun hiç mi hiç hoşuna gitmemişti. Kuşağının arasındaki çakıyı çıkarıp;
- Heyt bre namusuz sen kimsin ki bana veled-i zina dersin atası beli olmayan sensin demesiyle İbrahim Çavuş oturduğu sofadan ayağa kalktığı ile kılıcını çekmesi bir olmuştu ki Mustafa Ağa eliyle sakin olması için onu ikaz etti. Bu ikaz üzerine İbrahim Çavuş durmadan;
- Sen ağama dua et, ağama dua et deyip durdu. Mustafa Ağa çocuğu eliyle karşısına davet etti. Çocuk tam karşısına geldiğinde kahveciye işaret ederek bir kahve yapmasını istedi. Yanındaki hizmetçinin kulağına eğilerek ise çocuğun oturması için bir minder getirmesini… Önce minder geldi. Mustafa Ağa elliyle oturmasını işaret etti. Sonra ise kahve geldi. Yeni çekilmiş yemen dilberi bu eli yüzü kir pas içindeki çocuğa ikram edildi. Çocuk açlıktan olsa gerek önce lokumları bir güzel mideye indirdikten sonra üzerine kahveyi içti. Mustafa Ağa yanındaki cazgırın kulağına tekrar eğilerek bir şeyler söyledi. Hizmetlisi peki der gibi başını önüne salladıktan sonra;
- Ne dilersin bizden çocuk, ne istersin, bu gün bizim günümüzdür demesiyle çocuk olduğu yerde ayağa kalktı. Onunla birlikte daha az önce minderin köşesine kurulmuş olan kedisi de dört ayağı üzerine doğrulu verdi. Çocuk elindeki fincandan son bir yudum almıştı ki kahvehanedeki tüm ahali onun ağzından çıkacak sözü bekliyordu. Ağzını koluna iyice sildikten sonra;
- Dileğim şudur ki bu kahvehane sahibi, ben ve yanımdaki aslan için her gün haraç ödeyecek demesiyle ahalinin kahkaha atması bir oldu. Kimisi az önce çektiği tütün yüzünden hem kesik kesik öksürüyor hem gülüyor, kimileri ise gülerken elindeki fincan dökülmesin diye sedef kakmalı sehpalara fincanları bırakıyorlardı. Bu teklifi duyan Mustafa Ağa'nın yüzünde beliren hafif gülümsemeye rağmen İbrahim Çavuş tüm hiddetiyle bir anda kükreyiverdi;
- Bre destursuz piç kurusuna bak hele, bizi haraca kesmeye gelmiş. Hem de yanındaki şu kediyi aslan eyleyip… Senin önünde taşıdığını kesip boynuna asar seni şehr-i İstanbul’da gezdiririm demesiyle kahkahalar iki kat artmıştı ki çocuk;
- Neye inanmıyorsunuz aslan mı? Bre ödlek herifler ben size ne diyeyim her yerde Mustafa Ağa şöyle zorba böyle zalim dersiniz lakin şimdi karşısına geçip keyif edersiniz. Hadi siz gölgenizden korkarsınız peki bu ağalara ne olur. Kendilerini padişah efendimizin yerine koyup ahaliye istedikleri gibi vergi koyar istedikleri kadı huzuruna çıkarır yalancı şahitlerle dava ederler. Ahalinin kazancını kendi kazançları gibi görüp haraç alırlar. Yetmez gibi birde böyle köşk gibi yerler inşa ederler. Şimdi siz şu adamın adalet dağıtan bir ağa olduğuna inanıp saygı için onun sofrasına oturuyorsunuz da benim şu tekirin aslan olduğuna mı inanmazsınız. Şu hayvanat bile sizden daha aslandır demesiyle bir anda herkes nereden geldiğini bilmedi. Sessizlik fazla sürmedi birkaç yeniçeri atılarak “müsaade et şuracıkta alalım canını ağa” dedilerse de Mustafa Ağa müsaade etmedi. Tüm ahali şimdi ne olacak diye düşünürken Mustafa Ağa çocuğu yanına çağırdı. Çocuk gayet sert ve kararlı adımlarla bu davete icabet etti. Karşısında duran çocuğun kulağına eğilerek bir şeyler söyledi. Mustafa Ağa'nın sözleri bitiğinde çocuk olmaz gibisinde başını bir sağa bir sola salladı. Mustafa Ağa gülerek tekrar eğilerek bir şeyler fısıldadı. Çocuğun bu seferki tepkisi sesli oldu;
- Olmaz ağam olmaz böyle bir kahvehane için günlük iki akçeden az haraç olmaz demesiyle ahalinin şaşkınlığı giderek artı. Nihayet çocuğun teklifini Mustafa Ağa başıyla onaylayarak kesesinde çıkardığı iki akçeyi çocuğun elline saydı. Çocuk akçeleri aldıktan sonra;
- Haydin bana müsaade ağalar nasıl olsa yarın yine görüşeceğiz kalın sağlıcakla dedi. Ve kedisini de yanına alarak kahvehaneyi terk etti. Herkes bir anda ne olduğunu anlayamadı. Yeniçeri ağaları, esnaftan ahali, baldırı çıplak külhanbeyleri, çingeneler, sazandeler herkes susmuş sadece kanaryalar ötüşüyordu. İbrahim Çavuş bir hışım Mustafa Ağa’nın karşısına çıkıp;
- Ağam sen neyledin böyle bizim yüzümüzü yerde koydun. Şu küçük velede bugün haraç verirsek yarın sonumuz ne olur. Ne iş ettin böyle demesiyle Mustafa Ağa’nın az önceki merhametinden eser kalmamış bakışlarıyla karşı karşıya kaldı. Mustafa Ağa bu sessizliği fırsat bilerek ilk kez bu kadar ahali arasında konuşarak şunları söyleyiverdi;
- Yanındaki kediyi aslan edip adalet arayan şu çocuk yarın iki gün sonra yaşadığımız düzeni bize zindan eder İbrahim Çavuş dedi… Bu sözleri kimini güldürdü kimini düşündürdü ama güneşin ağır ağır ellini çektiği boğaz manzarası herkesi ihya etmeye yetti… (R.K)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder